Şüphesiz ki insanlık tarihinin en başından beri, hangi toprakta yaşanıyorsa yaşansın erkek ile kadın arasındaki farklar bir dünya meselesi olmuştur. Bir elin parmağını geçmeyecek sayıda konu dışında ne erkek ne de kadın birbirini insan nazarında görmek hususu bir yana dursun, hepimiz olayları mutlaka bir erkek bir kadın meselesine döndürmekte ustalaşmışız.
Bu meselelerin en çok öne çıkan olgusu ise insanların “görsel” özelliği olmuştur. İnsanların evrimsel gelişim süreçleri, başarıları, keşifleri, dünya elementlerini kullanma şekilleri, teknolojik gelişiminin bile her zaman önüne geçen “güzellik, görünüş, şekil ve buna bağlı arzu” insanların ilkel arzularına hizmet etmiş. Erkeklerin görsel algısı, kadının dış görünüşü ve güzelliği üzerinde çok etkili olmuş olsa da, kadınların erkeklerin görünüşü üzerinde etkisi hiçbir zaman olmamıştır. Hiçbir dönem, kadının en kutsal özelliği olan doğurganlığı bile, ondan istenen güzellik algısını bastıramamıştır. Yaşadığımız bu çağ erkeklere bir güzellik modası yüklese de yine sektörel olarak bile her zaman kadın güzelliği üzerinde çalışılmıştır. Tarihin hangi çağına dönersek dönelim ya da hangi toplum kültürüne dönersek dönelim her zaman püf noktalar, reçeteler, renklendirme ve makyajlama yöntemleri kadınlara sunulmuş, erkeğe ise birkaç kültür dışında bir sorumluluk yüklememiştir.
Örneğin, Yunan mitolojisinde kadınlar için yüzün beyazlatılması, saçların sarartılması ve kaşların boyanması çok önemliydi. Bu maddeleri üreten kişiler, özellikle cilt için zeytinyağına beyaz kurşun ekler ve çoğu kadının kurşun zehirlenmesine yol açarlardı. Ama buna rağmen kadınlar kullanmaya devam eder ve tabir-i caiz ise birer “Yunan Tanrıçası” olmaya çalışırdı.
Muhteşem Mısır’a dönüp baktığımızda belki de güzelleşme ve bakım kavramında en çok etkilenen kültürün bu yer olduğunu görüyoruz. Nefertiti gibi kraliçeler için bakım o kadar önemliydi ki, en düşük sınıfta olan vatandaşlara dahi bakım yapabilmeleri için zeytinyağı sağlanırdı. Ünlü Kleopatra, güzellik sırları ve makyaj sanatı üzerine parşömen üzerine reçeteler yazdırmıştı. Eşek sütü ile karıştırılan timsah gübresi, Kleopatra tarafından yüz maskesi olarak kullanılırdı. Yanaklar ise, kil ve ezilmiş böceklerin bir karışımı kullanılarak kızartılırdı. Ve yine en tehlikeli madde olan kurşunu, Mısırlılar da göz kalemi yapmak için kullanmışlardı.
Japon tarihinde yine beyaz porselen bir cilt ile kırmızı dudakların ön plana çıkması ile Geyşaları görüyoruz. Geyşalar, kaşlarının tamamını cımbızla alır ve kalın olacak şekilde boyarlar; asidik bir çözeltiye batırılmış oksitlenmiş demir dolguların bir karışımını kullanarak dişlerini karartırlardı. Bu kadınlar ciltlerini, bülbül dışkısıyla temizlerdi. Kuş dışkısındaki aktif kimyasal, cildi temizleyen ve gençleştiren guanindi. Japon kadınların güzelliği genelde saç uzunluklarına göre değerlendirilirdi. Ve ideal uzunluk bellerinin altında kabul edilirdi.
Bizim tarihimize dönersek Türk toplumunda diğer tüm medeniyetler gibi güzellik ve bakım algısı kadınların heybesine yüklenen bir mecburiyet gibi algılatılmıştı. Meşrutiyetten erken Cumhuriyet dönemine geçişte işler yoluna giriyormuş gibi gözükse de erkeklerin önemli bir kısmı alışkın oldukları gibi kadınların işlerine karışmayı sürdürerek güzellik algısını kendi arzularına göre yönetmeyi sürdürdü. Dönemin yazılı basınında bu durumu yansıtan, erkeklere kadınların nasıl olması gerektiğini soran önemli anketler bile bulunmaktaydı. Bu anket sonuçlarını yine yayınlayarak erkeklerin kadınlarda aradıkları yedi noktayı da yazmayı ihmal etmemişlerdi. “Biçim, diş, elbise, el, ayak, saç ve yüz.” Gel gelelim yine günümüzde hâlâ tüm gazetelerin, dergilerin yaşama ve gündelik hayata dair eklerinin, “sağlık ve güzellik” ekleri olduğunu kimse inkar edemez sanırım.
Tarihin erken zamanlarında erkeklerin dış görünüşünde bir değişikliğe, bir öneriye kapalı olan zihniyet nasıl da değişerek günümüzde algıların değişmesine sebep oluyor. Erkeklerin boyu, kilosu, saç şekli, sakal biçimi, dişleri, elleri, ayakları hiçbir zaman kadınların tercihlerine ve arzularına göre şekil değiştirmemişti. Ama değişen zamanla bugün erkeklerin de bu biçim ve bakım önerilerine kapalı olduğunu kim söyleyebilir?
Lakin bu kadınlara biçilen en büyük güzellik paydası tarihin her döneminde düzene aykırı arzularıyla karşı gelen kadınlarla da süslenir. Erkekler kadınların görseldeki halleriyle son derece ilgili yorumlar yapıyorlar, mesela kadınların saçlarının kesilmesine “salgın” gözüyle bakıyorlardı. Eğer bir kadın saçını kesiyor ise, hem muhafazakarların hem de batılılaşma yanlısı erkeklerin hoşuna gitmiyordu. Buna karşı saçın kesmek isteyen kadınlara mecralarda nasıl saçlarını toplarlarsa kısa görünebilir önerileri ve arkadan saç bağlama yöntemleri öğretilirdi. Bu şekilde kadının saçlarını kesmesi önlenerek salgın hafifletilmiş olurdu.
Bizim saray kültürümüzde kadınların güzellik algısında mutlaka gül ürünleri yer alıyor, yüzlerini beyazlatmak için limon suyu kullanılıyordu. Zeytinyağının tüm kültürlerde olduğu gibi Türkler içinde kullanımı çok önemliydi. Güzel kokmak tüm bakımlardan çok daha önemliydi saray kadınları için. Dünyada parfüm kullanımını halka en çabuk indiren kültür şüphesiz bizim kültürümüzdü. Alkolsüz ve gerçek çiçek özlerinden hazırlanan parfümlerin bir damlası ile gün boyu misler gibi kokarlardı. En çok tercih edilen kokular ise amber ve miskti.
Yakın tarihe geçişte, güzellik önerilerine devam eden erkekler konusunda en bilinen kişi, hayata 1912’de gözlerini kapatan Ahmet Mithat Efendi’ydi. Kendisinin güzellik sırlarından oluşan “Kadınlarda Güzelliği Arttırmak ve Korumak” adında iki bölümlük bir yazı dizisi yayınlamıştı.
Mithat Efendi bu yazısında kadınlara yüz, saç ve vücut güzelliğini korumak için yazdığı bu yazısında açıkça güzelliği kadınlara ait bir mesele olarak tanımlar. Erkeğin ise akıl, cesaret, zenginlik ve çalışkanlık gibi konularda uğraşması gerektiğini, ailesinin geçimini sağlamak için zamanını çalışarak harcaması gerektiğinin altını çiziyor.
Onun yazdığı yazılardan, güzellik için ilk şart yüz kıllarından arındırılması gerektiğiydi. Ama bunun için ağdalama tekniklerini hiç önermemiş yapılan tüy dökücü kremler kullanılması gerektiğini söylemişti. Ve güzellik listesini yumuşak dokulu kusursuz bembeyaz bir cilt ile pembe yanaklar, beyaz dişler, koyu renkli kaşlar, parlak uzun saçlarla tanımlamasını bitirir.
Yine yüzü beyaz gösteren fondötenlerin piyasadaki kaliteli olanlarını tercih edilmesi gerektiğini, yüze gül suyu, bal, zeytinyağı, salatalık sürmelerini önerir. Siyah noktalar için detaylı bir uygulama tarifi verirken, saç için ise karakulak suyu ile yıkanması gerektiğini, gül ve yasemin kremleriyle bakım yapmalarını, sığır iliği ile maske yapmaları gerektiğini detaylıca tarif etmişti. Kaşları boyamak için defne yaprağını biraz yakarak boyanabileceğini, aynı yaprağı iyice yakarak kül halinde gül kremiyle karıştırıp rastık olarak kullanılmasını önermişti.
Kültürler, çağlar ve devrimler bize farklı ve sıra dışı güzellik ve bakım rutinlerini göstererek bizi hayretler içinde bıraksa da, kadınlar tarih boyunca cilt, saç ve vücut bakımlarına ve genel olarak nasıl göründüklerine dair farklı bir arzu duymuş, çokça da çaba göstermişti. Sadece erkek egemen fikirlere boyun eğmek yanı sıra, kadınların da delicesine tüm ilgisinin güzellik konusuyla ilgilendiğini kimse inkar edemez. Gelecekte bu algıların nasıl değişebileceğini bilmemekle beraber, bu gizemin merak uyandırması da hepimiz için kaçınılmaz olduğu kesin.
Her ne kadar bu formüllere takılsak da, biz yine de gerçek güzelliğin, dünyaya güzel bakan kalplerde olduğunu söylemeden geçmeyelim.
Zeynep DEMİR